Senkronize Yüzmenin Kökeni Antik Roma’ya Dayanıyor

Senkronize Yüzmenin Kökeni Antik Roma’ya Dayanıyor

Whatsapp Facebook Twitter LinkedIn

Birçok insan 1984’te Olimpik itibarını kazanmış senkronize yüzmenin, sadece Esther Williams’ın 1950’lerdeki filmleri kadar eskiye dayanan yeni bir spor dalı olduğunu düşünüyor. Fakat senkronize yüzmenin, su sporlarındaki başlangıcı neredeyse Olimpiyatların kendisi kadar eski.

Antik Roma’nın gladyatör yarışları, ölçüsüz ve dehşet verici gösterileri ile ünlü, fakat su gösterileri tahmin edilenden daha ünlü olabilir. Julius Caesar kadar eskiye dayanan hükümdarlar, göllere el koydular kimi zaman da kazdırdılar) ve mahkumların birbirleriyle ölümüne dövüşmeye ya da boğulmaya zorlandıkları, naumachiae adı verilen büyük deniz savaşlarının yeniden canlandırıldığı amfi tiyatroları suyla doldurdular.

 

Bunlar öyle özenle hazırlanan prodüksiyonlardı ki, yalnızca hükümdarın emriyle sahnelenirdi fakat aynı zamanda Roma döneminde günümüz senkronize yüzmesine öncü olan, daha az ürkütücü su gösterilerinin gerçekleştiğine dair kanıtlar da bulunuyor.

MS 1. yüzyılda yaşamış şair Martial, Kolezyum’daki ilk gösteriler hakkında ve su ile doldurulmuş amfi tiyatrodaki su gösterilerinde, Nereids ya da su perileri rolündeki bir grup kadını betimleyen birçok nükteli şiir yazdı. Bu gösterilerde kadınlar suya dalıp çıkarlar, yüzerler ve suyun içinde zıpkın ve çapa şekli ve yelkenleri dalgalanan bir gemi gibi özenle hazırlanmış hareketleri ve denizcilik ile ilgili şekilleri canlandırırlardı.

Kadınlar su perilerini canlandırdıklarından, muhtemelen çıplaktılar, diyor Harvard Üniversitesi’nde, Martial’ın çalışmalarını çeviren ve üzerine çalışmalar yürüten Profesör Kathleen Coleman. Hatta, “Vücudunu halka açık bir şekilde sergilemek utanç verici olarak değerlendiriliyordu, bu yüzden bu oyunlarda yer alan kadınların düşük statüde, hatta köle olmaları muhtemeldi.” diyor.

 

Sosyal statülerine bakmaksızın, Martial belli ki gösterilerden oldukça etkilenmişti. “Berrak dalgalarda böylesine şaşırtıcı hünerleri kim yarattı?” diye soruyor nükteli şiirinin sonuna doğru. Sonrasında Nereid’lerine “bu özellikleri” öğretenin, su perilerinin mitolojik lideri Thetis’in kendisi olduğu sonucuna varıyor.

19. yüzyıla baktığımızda deniz savaşı canlandırmalarının tekrardan ortaya çıktığını görüyoruz; bu kez İngiltere’deki Sadler’s Wells Tiyatrosu’nda, “su altı piyeslerini” canlandırmak için 27 x 13 metre uzunluğunda su depoları kuruldu. Prodüksiyonlar, savaş gemileri ve yüzen bataryalar ile dekore edilmiş 18. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşen Cebelitarık Kuşatması’nın dramatize edildiği ve denizatları tarafından çekilen iki tekerlekli arabasını sahnenin arkasındaki bir şelaleye doğru süren deniz tanrısı Neptün ile ilgili bir oyunu içeriyordu.

1800’lü yıllar boyunca, Paris’teki Nouveau Cirque ve İngiltere’deki Blackpool Tower Circus gibi Avrupa’daki birçok sirk, programlarına sulu bölümler ekledi. Bunlar çadırlarda gerçekleşen gösteriler değildi, bazen “halk sarayları” olarak da bilinen, çöken sahneleri ve kauçukla kaplanabilen orta halkalarıyla, küçük tekneleri veya bir grup yüzücüyü alacak kadar su ile doldurulabilen şık ve daimi yapılardı.

İngiltere’de, Victoria dönemi yüzücüleri takla, kürek çekme, suda dik durma, kolları ve bacakları bağlı olarak yüzme gibi akrobatik marifetlerin sergilendiği “göze hitap eden” profesyonel yüzme performansları döngüsünün bir parçasıydı. Vodvillerdeki ve akvaryumlardaki cam su depolarında dans ederler ve yüzerlerdi; sualtı oyunlarını sık sık, suyun altındayken sigara içmek veya yemek yemek gibi numaralarla başlatırlardı. Bu piyesler önceleri sadece erkekler tarafından gerçekleştirilse de, kadın yüzücüler de kısa sürede izleyiciler tarafından tercih edilmeye başlandı.

Bu konuyla ilgili detaylı yazılar yazan Manchester BK) Metropolitan Üniversitesi’nin spor ve sosyal tesis tarihçisi Dave Day, “eğlence paketi” şeklindeki yüzmenin bir grup genç, işçi sınıfı kadına sadece gösterici olarak değil, diğer kadınlar için yüzme eğitmeni olarak da geçimini sağlama fırsatı verdiğini belirtti. Fakat İngiltere’de daha fazla kadının yüzmeyi öğrenmesiyle, piyesler cazibesini yitirdi.

Fakat Amerika Birleşik Devletleri’nde, Avustralyalı şampiyon yüzücü Annette Kellerman’ın 1908’de New York’taki vodvil kariyerine başladığında bir kadın su göstericisi fikri hala oldukça yenilikçi görünüyordu. “Dalgıç Venüs” olarak tanınan ve çoğu zaman senkronize yüzmenin kraliçesi olarak kabul edilen Kellerman, New York Times’ın “ustalık” olarak adlandırdığı dalış, yüzme ve dans gösterilerini gerçekleştirdi. Denizkızı ve su temalı sessiz filmlerdeki başrollerinden oluşan ve kadın izleyicilere formda kalmanın ve uygun kıyafetler giymenin önemi üzerine dersler veren Kellerman’ın kariyeri, kendisi ve 200 denizkızını canlandıran yardımcı oyuncu ekibinin, baş balerin Pavlova’nın yerine geçmesiyle 1917’de New York Hipodrom’unda manşetleri süsleyerek doruk noktasına ulaştı.

Kellerman, yüzmeyi sağlıklı ve güzel kalmanın bir yolu olarak teşvik ede dursun, ülke genelinde artan boğulma oranlarından endişe duyan Amerikan Kızıl Haç organizasyonu, su göstericilerini halkın yüzmeye ve su güvenliğine olan duyarlılığını arttırmada yenilikçi bir yol olarak gördü. Yüzme, oyunculuk, müzik, cankurtaran gösterileri ya da bunların bir birleşimini içeren etkinlikler 1920’lerde giderek daha da sevildi.  Su gösterileri, su balesi ve “ritmik” yüzme kulüplerinin yanı sıra rekabetçi dalış ve yüzme kulüpleri Amerika’nın her köşesinde patlak vermeye başladı.

 

Chicago Üniversitesi Tarpon Kulübü, Katharine Curtis yönetmenliğinde, müziği sadece arka planda değil, yüzücüleri ritimle ve birbirleriyle senkronize etmenin bir yolu olarak kullanmayı denemeye başladı. 1934 yılında, Modern Mermaids adındaki bir kulüp, Chicago’daki Century of Progress Fuarı’nda 12 kişilik bir grubun eşliğinde sahne aldı. “Sekronize yüzme” tabiri ilk kez burada, sunucu Norman Ross 60 yüzücünün gösterisini tanımlamak için kullandı.

Bu on yıllık sürecin sonunda, Curtis, bu tür yüzmeyle uğraşan takımlar arasındaki ilk yarışmayı yönetti ve oyun kuralları içeren bir kitap yazdı ve su balesini etkili bir şekilde senkronize yüzme sporuna dönüştürdü. Beden eğitimi öğretmeni olan Curtis, su gösterilerini bir yarış sporuna dönüştürmeyle meşgulken, Amerikalı organizatör Billy Rose, zaten popüler olan Ziegfeld tarzı “şov kızlarını” su temalı gösterilere karşı ilginin artmasıyla, ikisini birleştirmek için altın bir fırsat yakaladı. 1937’de Cleveland sahilinde, Great Lakes Müzikal Su Gösterisi’ni kurdu, bu hatıra programında gösteriler, “dalış yapan ve yüzen deniz kızlarının çekiciliğinin, nefes kesen güzelliğe ve ahenge sahip su balesinde buluşması” olarak tanımlandı.

 

Gösteri öyle başarılıydı ki Rose, Esther Williams’ın da baş denizkızı olduğu, New York ve San Francisco’da iki ek Müzikal Su Gösterisi daha düzenledi. Gösterinin akabinde Williams, Busby Berkeley tarafından özenle koreografisi hazırlanan MGM’nin akua müzikallerinde başrolleri oynayarak, su balesinde uluslararası alanda ilgi çekici bir figür oldu.

 

Yüzyılın ortasına doğru, senkronize yüzme yarışmaları Williams’ın su balesi gösterilerinden daha az ilgi görse de, filmleri bu spora ilginin artmasına katkıda sağladı. 1984’te Olimpiyatlarda yer almasından bu yana, senkronize yüzme, eğlence geçmişinden çok daha ileriye gitti, şimdiye kadarki “en hızlı, en ileri ve en güçlü” olduğu noktaya geldi ve kendisinin ciddi bir spor dalı olduğunu kanıtladı. Fakat kökenleri ne olursa olsun ve nasıl gelişirse gelişsin, senkronize yüzme izleyicilerin gözdesi olarak kalmaya devam ediyor,  Rio’da bütün biletlerin yok sattığı ilk spor etkinliklerinden biri olması bile izleyicilerin hala antik Roma’dan kalma arzuyu kaybetmediğini gösteriyor.

Smithsonian.Vicki Valosik.