Yarı Zamanlı Üretmek mi, Serbest Zamanlı Yaratmak

Yarı Zamanlı Üretmek mi, Serbest Zamanlı Yaratmak

Whatsapp Facebook Twitter LinkedIn


İşim ve ilgi alanım gereği, yaratıcı insanları takip ediyorum. Daha doğrusu, yaratıcı yönünü beğendiğim insanların üretim süreçlerini takip ediyorum. Üretmek, çok genel bir tanım. Neyden bahsettiğimi daha iyi anlatabilmem için “içerik üretmek” şeklinde sınırlamalıyım sanırım. Onu da en kısa şöyle tanımlayabilirim:

İçerik Üretmek

Okuyucunun, dinleyicin veya izleyicinin tüketebileceği yapıtlar çıkarmak, içerik üretmektir.

Örnek: YouTube videosu çekmek, blog yazmak, resim çizmek, fotoğraf çekmek, şarkı yapmak, kitap yazmak, heykel yapmak, radyo programı yapmak, reklam görseli tasarlamak…

 

Gözlemlediğim en belirgin durum şu:

İyi üreticiler, yaptıkları işe hobi olarak başlamış, hobilerinden gelir elde etmeye başladıklarında ise profesyonelliğe dökmüşler.

Doğrudan gelir etme amacıyla yaratıcı işlere soyunanlar ise yaratmanın önce amatör ruh gerektirdiği gerçeğiyle yüzleşmiş ve sönüp gitmişler. Gidiyorlar, gidecekler…

Gerçekten yaratıcı bir işten bahsettiğimizde amatör iş ile profesyonel iş arasındaki fark sadece kazanç kısmıdır.

  • Amatör iş, yaratıcı ama gelir sağlamayan iştir.
  • Profesyonel iş, yaratıcı ve gelir sağlayan iştir.

Bu noktada profesyonelliğin tek artısı, yapılan işe birilerinin para ödemeyi kabul etmiş olması, yani işin kalitesinin bir bedel ödemeyi gerektirecek şekilde, birileri tarafından onaylanmış olmasıdır.

Bu tanımların dışında kalan işler ise ya iş değildir ya da “bu da iş mi şimdi?” sorusuna muktedirdir. Sanırım…

Gözlemlediğim diğer durum da şu:

Yaratıcılık her zaman yoğun mesai gerektirmez ancak zaman gerektirir; serbest zaman.

Milyonlarca kaynakta “ilham perisi” diye geçen yoğun odaklanma durumu, birçok kez kontrolümüz dışında gelişen bir durumdur. Bazı içerik üreticileri, belirli bir çalışma saatine disipline) sahip olabilir. Sonuç olarak tüketmeye değer, enfes işler de çıkarabilirler. Hatta yapıyorlar. Buna itirazım yok. Demek istediğim, aynı işi, plansız bir zamanda yaptıklarında çok daha lezzetti içerik üretebilecek potansiyelde olmalarıdır.

Neden?

Kendimce “sanat” tanımından birçok yazımda bahsettim. Bu yazıda tekrar hatırlamak istiyorum:

Sanat, duyguların ifade edilmesinde kullanılan, yönteme denir.

Bu tanıma göre, ortaya koyulan ürünün eserin) ne kadar sanatsal olduğunu ise yöntemin sıra dışılığı belirler. Bazen özgün olmak, bazen özgünlüğün ötesine geçip tamamen sıra dışı olmak…

Buraya dikkat: Sanatın tanımında “duyguların ifade edilişinde…” kelime öbeğini kullandık. Anahtar kelime duygu! O halde, ilham perisi dediğimiz şey aslında bir duyguyu ve dışa vurum becerimizin en yoğun olduğu anı ifade eder.

 

İnsan olmamızın gereği, duygularımızı çok iyi kontrol edemeyiz. Onun yerine düşüncelerimizi kontrol etmeyi deneriz. Bazen duygularımız, düşüncelerimizin önüne geçer ve bu defa düşüncelerimizi yöneten şey, duygularımız olur. Bu durum, bize zarar vermeye başladığı anda psikolojik destek almak zorunda kalırız. Demek istediğim, duyguları kontrol etmek kolay olsaydı muhtemelen terapistlere gerek kalmazdı. Kolay değil!

Buraya kadar hemfikirsek, yaratıcılığın neden serbest zamanlı olması gerektiğine –öyle olmak zorunda değil tabii– geri dönelim.

“Olur olmaz yerde ilham geliyor ve ben o anda üretemiyorum” diyen birisi muhtemelen zaman konusunda yeterince özgür değildir. Ya bir yere yetişmeye çalışıyor ya başka bir sorumluluğunu yerine getiriyor ya da diğer sorumlulukları aksamasın diye o anı dinlenmekle geçiriyordur.

Yaratıcı bir içeriğin doğması için en uygun duygu yoğunluğunun yaşandığı dakikada içeriğini üretemeyen zanaatkar veya sanatkar, üretim için zaman bulduğunda duyguyu kaybetmiş olabilir.

Ve suçu dış etkenlere atmaya eğilimi olan insanoğlu ilham perisini suçlayacaktır. Oysaki o kapını tıklamıştı. Sen o sırada başka işle meşguldün…

Demem o ki:

Bir içerik üreticisi, özellikle de sanatsal içerikler üreten birisi, zaman konusunda ne kadar özgür olursa, uygun duyguyu yakaladığı anda kolları sıvama lüksü de o kadar fazla olur.

Savunduğum bu düşünceyi, yalnızca gözlemlerimden değil, deneyimlerimden de biliyorum.

Bir içerik üreticisi olarak, yalnızca kendi üretimlerimi baz aldığımda şunu söyleyebilirim: Üretimlerimin en iyi olanlarını, en uygunsuz vakitlerde ürettim.

Örnek:

Tamamen özgün, biraz da sıradışı bir içerik olan ve psikolojik yönüyle ı, İstanbul köprü trafiğinde araç kullanırken yazdım. Elbette sesli notlarla… Sonucunda ise bir içerik yazarını oldukça mutlu edecek, çok güzel geri bildirimler aldım.

Türkiye’nin en büyük müzik yapım şirketlerinden birine sattığım bestemi, gece yatağımdan kalkıp mutfakta yazdım. Ertesi gün işe gitmem gerekiyordu ve dolayısıyla geceyi mutfakta değil, yatağımda tamamlamam gerekirdi ama öyle yapmadım. O kadar yoğun duygular yaşıyordum ki o anı değerlendirmeliydim. Sonuç olarak, beni tatmin eden ve birileri tarafından bedeli ödenerek kalitesine referans olunan bir içerik çıkmış oldu.

İş konulu niş blog sitemde yazdığım yüzlerce içerik arasından bana adeta teklif yağmasını sağlayan birkaç içeriğimin ortak noktası; aklıma geldikleri anda kağıda geçirilmiş olmalarıydı. Tamamını, yeni öğrendiğim bir bilginin veya hissettiğim aydınlanmanın heyecanıyla, plansız bir şekilde yazmıştım. Buna “duygu” diyebiliriz bence..

ÖZETLE:

Ben, yaratıcılığın serbest zaman gerektirdiğini, en iyi içeriklerin en uygun duygu anında, plansız üretilebileceğini düşünüyorum. Hem beğendiğim içerik üreticilerini gözlemleyerek hem de kendi naçizane deneyimlerimden yola çıkarak, plansız üretimi tavsiye de ediyorum. Elbette hepimizin vakti kısa ve değerli. Yeterince özgür değiliz. Sorumluluklarımız var, biliyorum. O halde tartışmaya açıyorum:

  • Yarı zamanla içerik üreticisi olmak mı?
  • Serbest zamanlı yaratıcı olmak mı?