Karşıdaki Ada Midilli

Karşıdaki Ada Midilli

Whatsapp Facebook Twitter LinkedIn

Çocukluğumun Ege kıyılarındaki yaz tatillerinde, kimi zaman Ayvalık’tan, kimi zaman Akçay ya da Behramkale’den karşıdaki adaya uzun uzun bakar; uzaklardan evlerin, araçların parıldayan pencere camlarının minik gizemli ışıklarına takılarak; orada, karşıdaki adada yaşayan insanları hayal eder dururdum. Çocuk aklımca, kendi kendime o insanların bizleri sevip sevmediklerini sorgular; annemin, teyzemin, anneannemin anlattıklarının etkisi altında karşıdaki gizemli adanın insanlarına uzaklardan sevgiler, selamlar gönderirdim. 

Zira uzun yıllar karşıdan bakıp durduğum ada; dedemin, anneannemin, teyzemin, dayılarımın doğup büyüdüğü Midilli adasıydı. Mübadele dönemine dek orada kalmışlar; daha sonra da, dünyanın hemen her yerinde yaşanmış ve yaşanmakta olan göç acısıyla evlerini, barklarını, işlerini; yaşadıkları, solukladıkları toprakları bırakmışlar, ister istemez bilinmeyen bir geleceğe doğru yelken açmışlardı. Henüz yola çıktıklarında, yüreği ayrılık acısına dayanamayan dedem Ayvalık’a vardıklarından hemen sonra ruhunu teslim etmiş, bu dünyadan terk-i hayat eylemişti.

Aradan uzun yıllar gelip geçti. Yüreğimin bir köşesine programlanmış olan karşıdaki adayı görme hayali de, geçen giden yıllar içinde bende vazgeçilmez bir tutkuya dönüştü. Aslında bu tutkunun ardında, rahmetli anneme verilmiş olan söz yatıyordu. Onun ruhunu hoşnut etmek için gidecektim Midilli’ye. Ve ben gidiyorum hayallerini kurarken, aradan yine birkaç yıl daha geçip gitti. Ancak, beklemediğim bir anda, bir piyango misali, yıllardır birlikte çalışmakta olduğum FEST, bana Midilli turlarına çıkabilir miyim, diye sordu… Durur muyum hiç, yıllardır uzaklardan baktığım Midilli adası, artık beni çağırıyordu.

 

 

Ayvalık limanından ayrıldığımızda içimdeki heyecan kat be kat arttı. Cunda’yı arkamızda bıraktığımız andan itibaren Midilli, geçen dakikalar içinde biraz daha büyüyordu karşımda. Önce, Olimpos Tepesi, ardından Sarlıca kıyıları, Osmanlı Kalesi, daha sonra da Özgürlük Anıtı ve liman… Bu yadigâr adaya ayağımı bastığım andan itibaren ayrılana dek, kendimi Yunanistan’da değil de, bana ait bir yerlerde imişim gibi gezdim dolaştım. Dört gün boyunca karşımdaki insanlar Atina’dan, Selanik’ten ziyade bana Ayvalık, Edremit, Dikili’den birileriymiş gibi geldi. Gerçek o ya, deniz yoluyla Atina’dan on saat uzaklıkta olan bu adanın insanları, Ayvalık’a yalnızca bir buçuk saat uzaktalar ve yıllardır Perşembe günleri kurulan pazarına gelip gittikleri Ayvalık’ı komşu kasaba gibi bellemişler.

Paylaşılan o kadar çok şey var ki… Deniz, hava, bulut, balık, peynir, kahve, musakka, cacık ve nice değerler… Onlardan, bizlere kalmış olduğu gibi, bizlerden de onlara nice izler, anılar kalmış. Camiler, çeşmeler, evler, sokaklar… Komili Fürüze annenin yanık türküleri, Maria’nın acılı rebetikalarına karışmış; buzukiden çıkan hasret tınıları da sazın kederli nağmelerine…

 

Dört gün boyunca dolu dolu geziyoruz Midilli’yi. Barbaros Hayrettin Paşa’nın doğduğu köyden Namık Kemal’in kaldığı konağa, Petra’ nın şirin sokaklarından ıstakoz avcılarının köyü Scala Scaminia’ya kadar birçok yer görüyor; Molivos’ta Maria’nın kendi elleriyle yaptığı nefis mezeleri, Kaldirimi lokantasının ahtapot ızgarasını, 150 yıllık Ermis lokantasının tavada kızartılmış peynirini; kırk sekiz derecelik Barba Yanni rakısıyla götürüyor, damaklarımızda unutulmaz keyifli tatlar bırakıyoruz. 

Dönüş günü, benim için bambaşka bir heyecan arzediyor. Sanki bir tavaf diyebilirim. Midilli limanında, bizleri bekleyen teknemize dönmeden önce, canım annemin ve atalarımın köyü Güle’ye geliyoruz. Yunanca adıyla Clio. Ayvalık’ın tam karşısında yer alan muhteşem güzellikte tarihi bir köy. Osmanlı’dan kalmış ahşap, kâgir evler yerli yerinde duruyor ve köyde gizemli bir Osmanlı havası buram buram tütmeye devam ediyor. Annemi anıyorum Clio’nun sokaklarında; bahçesi çiçeklerle bezenmiş eski, güzel bir evin kapısı önünde duruyorum. Balkonunda, çoktandır pas tutmuş, asırlık ferforje demirlere asılı sardunyalar, hercai menekşeler eskilerden uzanıp gelen anıları çağrıştırıyor, buğulandırıyor. Pencere perdesinin aralığından, başı kurdeleli küçük bir kız çocuğu bakıyor bana doğru! Sanki benden bir şeyler bekliyormuş gibi… Ya da bana mı öyle geliyor? Kendime geldiğimde, kaybolduğunu fark ediyorum küçük kızın…

Clio’dan çıkarken, arabayı durduruyor, çoktandır hazırlamış olduğum poşeti alıp iniyorum. Elimdeki çomakla yol kenarındaki toprak kümesini eşelemeye çalışıyorum, ama oldukça sert... Bir anda rehberim Efi beliriyor yanımda. Elinde bir çubuk, eşeleyip avuçladığı toprağı poşetime doldurmaya çalışıyor. Yanaklarından süzülen damlaları fark ediyorum. O da, mübadele acısını yaşamış Menemenli bir ailenin torunu. Bana, birkaç yıl önce, Menemen’den alıp getirdiği toprağı dedesi ve ninesinin mezarları üzerine serpiştirdiğini anlattığında, kimi zaman düşman gözüyle baktığımız bu insanlara ne kadar çok yakın ve hatta bunun ötesinde kardeş olduğumuzu anlıyorum.

Midilli limanını yavaş yavaş terk ediyoruz. Gün batımında, Aya Terapon kilisesinden yükselen çan sesleri, bizleri adeta selamlayıp uğurluyor. Paylaştığımız sularda beyaz dalgaları yararak arkamızda bıraktığımız ada yavaş yavaş küçülüp uzaklaşıyor. Ayvalık’a doğru yaklaşıyoruz, ama gönlüm Midilli’de kalıyor.

Çocukluğumdan beri uzun yıllar karşıdan seyrettiğim adanın gizemini çözmüş bulunuyorum artık. Orada dostlarım var, annem var, Molivos’ta benim için özel mezeler hazırlayan Maria, arkadaşım Vangelis ve de can dostum, rehberim Efimum var.

 

Selamlar olsun hepinize! Ya sassss! Kalimera!

Paros, Sayı: 59, Ağustos 2016