KENDİNİ SEVMEK ÖZGÜRLEŞTİRİR: BEDEN OLUMLAMA HAREK

KENDİNİ SEVMEK ÖZGÜRLEŞTİRİR: BEDEN OLUMLAMA HAREK

Whatsapp Facebook Twitter LinkedIn

Ten renginiz, vücut ölçünüz, yara izleriniz… Hepsi sizi siz yapan detaylar. Toplumun güzellik dayatmaları kendinizle aranızı açmasın, bedeninizi sevin.

Her şey bundan yüzlerce yıl önce başladı. Kadınlar doğurganlıklarını göstermek için geniş kalçalı olmak istiyordu, kıtlıklara karşı kuvvetli durmak için de biraz kilolu ve yağlı. Erkeklerse avcılıkta bir numara olmalıydılar, ne kadar iri o kadar güçlü. 17. yüzyıla gelindiğinde, kadınlar bellerini inceltmek için nefes almalarını imkânsız kılan korselerin içine sıkışıyor, kalçalarını geniş göstermek içinse kabarık eteklerinin altına çeşit çeşit aparat kullanıyorlardı. Beyaz tenli olmanın makbul olduğu bu yıllarda kadınların vazgeçilmez makyajı, yüzlerine sürdükleri beyaz pudra, yani esasen nişastaydı. Osmanlı’da da tüm dünyanın güzellik kriterleri geçerliydi, kadınların “burnu fındık, ağzı kahve fincanı” olmalı, beli bir karış ama etine de dolgun gözükmeliydi. Moda endüstrisi ise medyanın ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle daha spesifik özellikleri akıllara işlemişti: Sapsarı boyalı saçlar, kırmızı dudaklar, göz kapaklarını çökertecek ağırlıkta kirpikler…  

’70’li yıllarda dergilerde ve sinema filmlerinde yer alan kadınların kiloları giderek azalmaya başladı, yavaş yavaş “zayıflık” ile güzellik birbiriyle bağdaştırılıyordu. ’60’ların sonuna gelindiğinde, Türk sinemasının parlayan yıldızı Belgin Doruk, bir zamanlar şanını borçlu olduğu balıketi fiziği yüzünden piyasadan dışlanmış ve girdiği depresyonla zayıflama ilaçları kullanıp sağlığını kaybetmişti. Yeni güzellik idolü artık o değildi, 36 beden aktrisler dergi kapaklarında yerini almıştı bile.

1993 senesinde dünyaca ünlü bir markanın moda çekimlerinde “sıfır beden” yani 34 bedenin altında ünlü bir mankenle çalışması yeni bir akım yarattı. Güzelliğin tanımı önce podyumlarda, sonra tüm dünyada “heroin chic” diye tabir edilen, 32 beden mankenlerin tekelindeydi. Bu dönemde özellikle ergenlik çağındaki genç kadınların tek çabası zayıflamaktı. Ölümle sonuçlanacak sağlık sorunları doğuran zayıflama hapları, yeme bozuklukları ve psikolojik hastalıklar bir zamanların vebası gibi yaygınlaşmıştı. Vücut ölçülerinin yanı sıra, geçmişte güzellik göstergesi olan beyaz ten artık demode bir görüntüydü. Bronzlaşmak zorunda hisseden binlerce kişi yıllar içerisinde bilinçsiz solaryum uygulamalarıyla cilt kanserine davetiye çıkartacaktı.

2010’lara ulaştığımızda ise dünya dev bir “Kardashian kadınları” imparatorluğu, Instagram ve YouTube ise “Kardashian olma kılavuzu” haline geldi. Kalça büyütme ameliyatları, büyükannelerin sandıklarından çıkan korseler, saatlerce uğraşılan makyaj uygulamaları ve tek tip dolgulu dudaklarla yolda arkadaşınız sanıp sarıldığınız kişinin yabancı biri çıkabileceği noktaya ulaşıldı. Peki, sürekli değişen bu “güzellik” kavramının kaybedeni kadınlarken, kazananı kim olmuştu? Biz söyleyelim: Tabii ki moda endüstrisi!

Beden olumlama şişmanlığa övgü mü?

Beden olumlama dediğimizde, sizin aklınıza ilk gelen ne oluyor? Şişman bir kadın mı? Eğer öyleyse, şu bilgiyle başlamak isteriz: Beden olumlama hareketini başlatan ilk kişiler erkekti. 1960’lı yılların sonunda, toplumun şişmanlık ve kilolu insanlar üzerindeki baskısına tepki veren gazeteci Llewellyn Louderback ve radyo programcısı Steve Post, “Bedeninizi sevin” diyerek halkı eyleme çağırdı. Central Park’ta gerçekleşen bu eylemler “Fat Acceptance” şişmanlığın kabulü) adlı harekete dönüşerek önce Amerika’da, sonra tüm dünyada büyük ses getirerek günümüze kadar geldi.

Beden olumlama hareketinin öncelikli amacı, kişilerin kendi bedenlerini sevmelerini sağlamak, toplumun “çekici” kabul edilen bedenlerinin dışında kalanları kutlamak. Bu sadece fazla kilo meselesi değil; şişman, zayıf, kıllı, yaralı, uzun, kel, kısa, engelli, siyahi, beyaz, kızıve tüm farklı beden profillerinin normal olduğunu insanların fark etmelerini sağlayan bir hareket ve herhangi bir beden profilini üstün tutmuyor. Bazı mecralarda çarpıtıldığı gibi “şişmanlık iyidir, zayıflık kötü” mücadelesi değil verilen, beden olumlama düşüncesine göre “iyi ve kötü beden” diye bir şey yok; amaçlanan şey, tüm beden tipleri normal ve geçerlidir anlayışının yaygınlaşması. Yine bir başka yanlış mit de, beden olumlama hareketinin kişileri sağlık sorunlarıyla baş başa bırakmak olduğu. Fazla kiloları nedeniyle eleştiri ve baskıya maruz kalan kişi, öne sürülenin aksine sağlıklı bir hayat için bir anda karar alıp kilo vermeye, spor yapmaya başlamaz. Tam tersine, toplumsal baskı stresi, stres de yeme bozukluğunu tetikler ve kişi sosyal hayattan soyutlanır, egzersizden kaçar, daha fazla kalori tüketmeye yönelir. Vücudunun sözde normlara aykırı olduğu baskısıyla baş etmektense, bedenini kabullenip sevdiğinde, onu en iyi şekilde hastalıklardan korumak için gerekli hareketleri yapacaktır; bu bazı kişiler için zayıflamak, bazı kişiler içinse sadece beslenme düzenini değiştirip sağlıklı yiyeceklere ağırlık vermek olabilir. İdeal ve sağlıklı beden, 36 beden demek de değil, 52 beden demek de. Amaçlanan yaklaşım, her türlü bedene nötr yaklaşılması ve herkesin içinde yaşadığı bedeni savunması.

Beden olumlamanın ulaşmaya çalıştığı durumlardan biri de, toplum ve medya dilindeki ayrıştırıcı atmosferi değiştirmek. Herhangi bir beden tipinin mizah konusu edilmesi veya karşı tarafın bir başkasının bedeni hakkında yorum yapma hakkını kendinde görmesi ne yazık ki kolay kırılır bir davranış değil. Fakat herkes kendi dokunduğu alanları güzelleştirerek bir şeyleri düzeltebilir. Eski bir tanıdıkla karşılaşır karşılaşmaz söylenen ilk cümlelerden biri genelde “Sen kilo mu aldın?” veya “Aaa! Kilo mu verdin, çok iyi olmuş” olur. Başkasının bedenimizin ağırlığını bizim nasıl olduğumuzdan önce sorması sizce de çok anormal değil mi? Veya bizim başkasının vücudunu bu kadar irdelememiz? Bu normal olmayan davranışları ortadan kaldırmak için önce kendi düşünce sistemimizi sorgulamalıyız, bu cümleler karşıdan geliyorsa da çekinmeden uyarmalıyız.

Barbie bebek sendromu

Çocuklara kimsenin vücudunun komik veya anormal olamayacağının ve tüm farklılıkların normal olduğunun öğretilmesi, gelişme çağında kalıcı psikolojik etki bırakan zorba davranışların engellenmeye çalışılması ebeveyn ve eğitimcilerin üzerine düşen kısım. Barbie bebek sendromu, işte tam olarak bu sebeplerden ortaya çıkan ve yeme bozukluğu neticesinde ölümcül olabilen bir psikolojik rahatsızlık. Kız çocuklarının en sevdiği oyuncaklardan biri olan Barbie bebekler, incecik bel, kusursuz fizik, sarı saç, mavi göz gibi güzellik ideallerini henüz hem fiziksel hem de ruhsal anlamda gelişme çağında olan çocuklarla karşı karşıya bıraktı. Oyuncak bebek fiziğine sahip olmak isteyen özellikle kız çocukları zayıflamak için kendilerini aç bırakıyor, yeme bozukluğu problemi yaşıyor, yakalanıyor veya başaramayıp tüm yaşantılarını etkileyecek depresyona giriyorlardı.

Bu durumun yaygınlaşması sonucu oyuncak firması son yıllarda tüm beden tiplerinde bebekler üretmeye başladı: Kilolu, siyahi, Asyalı, kızıl, engelli… Dış görünüşü odak noktaya koyma yanlışından dönmek içinse, bu yıl tüm dünyadan pek çok farklı meslekte başarılı kadının bebeklerini yaptı; gazeteci, senarist ve oyuncu Gülse Birsel de bunlardan biriydi.

Her beden tipi her mesleği yapabilir

Oyunculuk, şarkıcılık, mankenlik, dansçılık gibi görsel odaklı mesleklerin belli beden ölçülerine sıkıştırılması da son yıllarda dünyada tepki görüyor. Topluma “ideal beden” algısını yerleştirmekle sorumlu olan podyumlar, bu yanlışı düzeltmek için bir şeyleri değiştirmeye başladı. Sıfır beden mankenleri artık pek çok moda devi tercih etmiyor ve büyük beden mankenleri her geçen gün daha sık görüyoruz. Bikiniler sadece kaslı ve yağsız vücutlar için üretilmiş kıyafetler değil, denize girmeyi ve yüzmeyi seven herkes için. Eğer bir çocuk veya yetişkin bale yapmak istiyorsa, yapmalıdır. Fazla kiloları nedeniyle sürekli baskıya maruz kalan dünyaca ünlü sanatçı Adele, “Hiçbir zaman moda dergilerindeki mankenler gibi görünmek istemiyorum. Dünya kadınlarının çoğunluğunu temsil ediyorum ve bununla gurur duyuyorum” diyor. Toplumun manasız ideal beden algısına uymadığı için müzik yapmasaydı ve bizlere sesini duyurmasaydı, çok şey kaybetmiş olmaz mıydık?

Toplumun normlarını yıkan bir başka güçlü kadın da Hintli model Harnaam Kaur. Polikistik over sendromu olan Harnaam, ergenlik döneminde yakalandığı bu hastalık nedeniyle vücudunda ve yüzünde aşırı kıllanma sorunu yaşadı. İlk yıllarda tıraş ve ağda gibi geçici yöntemlerde çözüm aradı, epilasyon ise zahmetli ve masraflıydı, pek de işe yaramıyordu. Genç kadın görüntüsü yüzünden ağır bir depresyona girdi. Sihizm dinine mensup olduğu için dini kurallar saç ve sakal kesmeyi yasaklamıştı. Bu nedenle, uzun süre rahatsız edici bakışlara ve hakaretlere boyun eğmek zorunda kaldı. Verdiği bir röportajda ilk zamanlar dini inanışı gereği sakallarını kesmemeye başladığını açıklayan Harnaam, kendini bu şekilde kabul ettikten sonra iç huzura erdiğini söyledi. Şu an Hindistan’da modellik yapan Harnaam Kaur, artık dünya çapında iş teklifleri alıyor.

Ya makyaj yapmayı seviyorsak?

Makyaj yapmak sizi mutlu hissettiriyorsa, elbette yapmalısınız. Önemli olan, bunu kendi istediğiniz için yapmanız, başkasının sizi beğenmesi veya zorunlu hissettiğiniz için değil. Kozmetikten uzak durmak kadar onunla haşır neşir olmak da hakkınız. Eğer masmavi bir farla dışarı çıkmak istiyorsanız, çıkmalısınız veya küçük bir estetik operasyon sizi daha huzurlu hissettirecekse ve bunu isteme sebebiniz sahiden başka insanlar değil kendinizse, sağlığınız için de risk oluşturmuyorsa, neden bu fikrinizi bir doktorla görüşmeyesiniz ki? Bu aşamada önemli olan, kararlarınızı kendiniz için alıyor olmanız; bu bedeninizle sizin aranızdaki bir mesele. Nasıl ki sevdiklerimizin iyiliğini düşünmek bizim için her şeyin önünde geliyorsa, bedenimizin iyiliği de öyle olmalı.

Yazı: Hüma Kaya

 

https://emlaksearch.com